HOMEMADE by SELDA

Yıllarca eşimden-dostumdan, arkadaşlarımdan toplayıp sepetimde biriktirdiğim tarifleri ve bazılarının öykülerini benimle paylaşmaya hoşgeldiniz...

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Şehnaz'dan Fırında Kuzu But Tarifi...

Gönderen seldagulec zaman: 04:27 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Hakkımda

1991 yılında Boğziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. Beşiktaş Arnavutköy Korkmaz Yiğit Lisesi'nde İngilizce öğretmenliği yaparken İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nde AB Proje Koordinatörü olarak görevlendirildim. Daha sonra Ortaköy Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi'ne Müdür yardımcısı olarak atandım. Bu görevim sırasında Beşiktaş Bilim Sanat Merkezi'nin kurucu müdürü olarak görevlendirildim. Ortaköy Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi'nde öğretmenlik, Beşiktaş Kaymakamlığı AB Temsilciliği, Beşiktaş İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü AB Projeleri ve Stratejik Planlama görevlerinde bulundum. Halen İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm Bölümü öğrencisiyim. Ayrıca; merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan 'The Institute for Integrative Nutrition' beslenme okulunda 'Health Coach Training' programına devam etmekteyim.
Profilimin tamamını görüntüle

Harika Buz Taneleri...

Harika Buz Taneleri...
Derin dondurucunuzda buz kalıplarına koyarak sakladığınız yeşillikler koyduğunuz tazelikte sos olarak elinize gelsin...

Elif'e Hoşgeldin Sofrası...

Elif'e Hoşgeldin Sofrası...
Babaannemize çoook teşekkürler...

Gürkan'ın Mahlepli Kuru Pastası...

Gürkan'ın Mahlepli Kuru Pastası...
Tarifi yolda geliyor...

Hatice'nin Gül Hanım Kurabiyesi...

Hatice'nin Gül Hanım Kurabiyesi...
Gül Cemiloğlu'na özel olarak gül şekli verilerek pişirilmiştir..

ADANA'DAN HARDAL OTU...

ADANA'DAN HARDAL OTU...
Haşlayıp zeytinyağı, limon, nar ekşisi ile harmanlayıp olgunlaşmış avakado dilimlerinin üstüne yerleştirip taze badem ile süsleyince pek güzel oldu...

ADANA'DAN EBEGÜMECİ...

ADANA'DAN EBEGÜMECİ...
Saplarıyla birlikte ayıklayıp bulgurla zeytinyağlı yemek usulü ile pişirince harika oldu...

Yine bir AŞURE ayı geldi, aşureler yapıldı, dağıtıldı. Darısı seneye...

Yine bir AŞURE ayı geldi, aşureler yapıldı, dağıtıldı. Darısı seneye...
http://seldagulec-homemade.blogspot.com/2011/12/asure.html?m=1

Sari Erikli Enginar...

Sari Erikli Enginar...
Harika bir lezzet...

Kızım istedi, yaptımmm...

En Sevdiğimiz Lezzetlerden Biri; Kısır...

En Sevdiğimiz Lezzetlerden Biri; Kısır...

Taze Fasulye'nin En Sade Hali...

Taze Fasulye'nin En Sade Hali...
Sadece su,tuz ve zeytinyağ ile haşlıyoruz. NEFİSSS...

Tea Time...

Tea Time...
Yummy!!!!

Bodrum'dan...

Bodrum'dan...
Babaannemizin bahçesinden beyaz narlar...

Kızlarımın anneanne ve babaannelerine anneler günü hediyesi...

Kızlarımın anneanne ve babaannelerine anneler günü hediyesi...
(A) parantezinde Aysel Hanım'lara anneler günü hediyesi...

Kahvenin yanına şıklık...

Kahvenin yanına şıklık...
Minik kakaolu kekler ve makaronlar

Kutumdaki Sahipsiz Tarifler...

Kutumdaki Sahipsiz Tarifler...
2000 Yılı Ajandasında Marmelatlı Kurabiye

Kutumdaki Sahipsiz Tariflere Örnekler...

Kutumdaki Sahipsiz Tariflere Örnekler...
Çatal

Happy Valentine's...

Happy Valentine's...
Sevgililer Günü Kekimiz

Sıcak Şarabımız Sofrada...

Sıcak Şarabımız Sofrada...
Sıcak şarabın tea-light mum yardımıyla soğumadan sofrada hazır durabildiğini deneyip gördük. Duyurulur...

İzleyiciler

Blog Arşivi

  • ►  2015 (2)
    • ►  Eylül (2)
      • ►  Eyl 29 (2)
  • ►  2014 (22)
    • ►  Ekim (2)
      • ►  Eki 21 (2)
    • ►  Eylül (7)
      • ►  Eyl 30 (1)
      • ►  Eyl 18 (1)
      • ►  Eyl 17 (5)
    • ►  Nisan (8)
      • ►  Nis 14 (4)
      • ►  Nis 07 (1)
      • ►  Nis 06 (3)
    • ►  Mart (4)
      • ►  Mar 25 (2)
      • ►  Mar 24 (2)
    • ►  Ocak (1)
      • ►  Oca 13 (1)
  • ▼  2013 (27)
    • ►  Aralık (7)
      • ►  Ara 23 (1)
      • ►  Ara 18 (1)
      • ►  Ara 11 (1)
      • ►  Ara 09 (2)
      • ►  Ara 04 (2)
    • ►  Kasım (8)
      • ►  Kas 30 (2)
      • ►  Kas 29 (2)
      • ►  Kas 24 (1)
      • ►  Kas 20 (3)
    • ▼  Mayıs (4)
      • ▼  May 27 (1)
        • Şehnaz'dan Fırında Kuzu But Tarifi...
      • ►  May 21 (1)
      • ►  May 14 (2)
    • ►  Nisan (6)
      • ►  Nis 16 (6)
    • ►  Ocak (2)
      • ►  Oca 12 (1)
      • ►  Oca 11 (1)
  • ►  2012 (46)
    • ►  Aralık (4)
      • ►  Ara 14 (1)
      • ►  Ara 13 (3)
    • ►  Ekim (6)
      • ►  Eki 31 (1)
      • ►  Eki 16 (4)
      • ►  Eki 03 (1)
    • ►  Eylül (7)
      • ►  Eyl 28 (1)
      • ►  Eyl 24 (2)
      • ►  Eyl 02 (4)
    • ►  Mayıs (1)
      • ►  May 13 (1)
    • ►  Mart (5)
      • ►  Mar 12 (1)
      • ►  Mar 05 (4)
    • ►  Şubat (6)
      • ►  Şub 28 (2)
      • ►  Şub 25 (1)
      • ►  Şub 21 (1)
      • ►  Şub 14 (1)
      • ►  Şub 08 (1)
    • ►  Ocak (17)
      • ►  Oca 10 (6)
      • ►  Oca 09 (2)
      • ►  Oca 06 (7)
      • ►  Oca 04 (1)
      • ►  Oca 03 (1)
  • ►  2011 (49)
    • ►  Aralık (21)
      • ►  Ara 30 (1)
      • ►  Ara 27 (1)
      • ►  Ara 26 (5)
      • ►  Ara 23 (1)
      • ►  Ara 22 (3)
      • ►  Ara 21 (1)
      • ►  Ara 20 (1)
      • ►  Ara 12 (1)
      • ►  Ara 11 (5)
      • ►  Ara 05 (1)
      • ►  Ara 04 (1)
    • ►  Kasım (16)
      • ►  Kas 25 (1)
      • ►  Kas 22 (2)
      • ►  Kas 21 (3)
      • ►  Kas 19 (1)
      • ►  Kas 17 (3)
      • ►  Kas 14 (4)
      • ►  Kas 13 (2)
    • ►  Ekim (11)
      • ►  Eki 25 (8)
      • ►  Eki 23 (2)
      • ►  Eki 21 (1)
    • ►  Mayıs (1)
      • ►  May 30 (1)

Benim diyebilmek...

Çevrenizdeki insanlara bir bakın! Herkes bir şeyleri sahiplenmekle meşgul. Fikir üretmenin, yaratıcı olmanın ve bunları kullanabilmenin çok önemli olduğu çağımızda; en çok başkalarının fikirlerine sahip çıkılıyor sanırım. Kendisini yetiştirmek ve geliştirmek yerine başkalarına ait olanları kendine mal etmeye çalışan ve başkalarının işlerini 'benim' diyerek kullanabilen kişilerle dolu etrafımız…

Kendine ait olmayanı kullanmak değil, izinsiz kullanmak sorun aslında. İzin alındığında ya da gerçek sahibinin adı kullanıldığında veya alıntı yapıldığı belirtildiğinde, bilginin paylaşılmasından daha güzel bir şey olabilir mi? Zaten bilgiyi paylaşmak ve yaymak önemli bir gereksinim, hatta zorunluluk değil mi? İnternet yoluyla her türlü bilgiye ulaşabilen öğrenciler kendilerine verilen ödevi zaman zaman edindikleri bilgileri kopyalayıp kendi belgelerine yapıştırarak kullanabiliyorlar mesela. İngilizce’de buna ‘plagiarism’ deniyor, yani bilim sahteciliği! Oysa ki; öğretmenlerin öğrencilerinden bekledikleri bu bilgiyi okumaları, anlamaları ve özümseyip kendi fikir ve düşünceleriyle yoğurup ortaya çıkarttıkları sonucu bildirmeleri. Hatta ve hatta araştırma süreçleri içerisindeki kaynakları da belirtiyor olmaları çok önemli. Bununla ilgili pek çok okulda önlemler alınmış durumda. Sadece ilkokul, lise ve üniversite çağındaki öğrenciler için değil, yüksek lisansını yada doktorasını yapan, tezini yazan veya herhangi bir kitap veya makale yazarı, yani herkes için geçerli bu anlatmaya çalıştıklarım. Bu konuda pek çok ceza almış, üniversitesinden, işinden ayrılmak zorunda bırakılmış ‘bilim insanına’ rastlamak mümkün, kabineden uzaklaştırılmış bakan bile var aralarında.

Okulunda, henüz öğrenciyken bu konularda bilinçlendirilmiş çocuk ve gençler, şüphe yok ki, ileride bunu hayat tarzı haline getireceklerdir. Bu bilinçlendirmeyi okul öncesinde, henüz aile ile geçirilen öğrenmenin en etkili olduğu zamanlarda örnek davranışlarla vermek en doğrusu belki de... ‘Böyle bir konuda çocuklara iyi örnek olmak için ne yapılabilir?’ diye düşünüyor insan ister istemez. Bunları yazarken benim aklıma annemin pasta defteri geldi örneğin. İçinde bir sürü poğaça, pasta, börek, çörek, kek tarifi vardı. Hepsi gittiği arkadaş toplantılarında yediği, beğendiği, tarifini isteyip yazdığı ve sonra da uyguladığı tariflerdi. Başlıkları da ‘Nihal Hanım’ın Poğaçası’, ‘Zuhal’in Karapastası’, Yüksel’in Büzgülü Böreği’ gibi, tarif kimden alındıysa onun adı verilerek deftere geçirilmişti. Deftere böyle geçmekle kalmadı, yıllarca yediğimiz bu tarifler; ‘bunu Nihal Hanım çok güzel yapar’ , 'Yüksel’in Büzgülü Böreği hem çok kolay, hem çok güzeldir’ , ya da ‘Zuhal’in keki bu aslında’ sözleryle ikam edildi annem tarafından. Doğal olarak ben de küçük yaşlarımdan beri öğrendiğim her tarifi sahibinin adıyla kullandım; ‘Serap Ablamın Elmalı Keki’, ‘Rozita’nın Kurabiyesi’ 'Kayınvalidemin Ispanaklı Böreği' gibi isimlerle yer buldu defterimde bendeki tarifler de. Çünkü bu tarifleri hiçbir değişiklik yapmadan uygulamıştım. Elma yerine şeftali deneseydim bir gün belki, ablamın kekine benim şeftalili kekim diyebilirdim. Ya da Rozita’nın kurabiyesine ekstra ceviz, tarçın, esmer şeker gibi şeyler katarak yeni bir yorum getirseydim, kendi kurabiyem olarak nitelendirebilirdim pekala! Nitekim böyle bir şey de geldi başıma. Yazlık evimizin bahçesinden gelen kabakları ne yapacağımı şaşırdığım bir gün, eski komşum Hale Hanım’ın içine beşamel sos koyarak hazırladığı ve ara sıcak olarak balığın yanında karidesli, etin yanında mantarlı çeşnilerle sunduğu küçük tartların tarifini kullanmaya karar verdim. Hamuru büyük tart kalıbına serdikten sonra, dilimlediğim kabakları yine bahçeden gelen dereotlarıyla harmanlayıp beşamel sosun üstüne verev bir şekilde dizdim. Fırına koyup biraz üstünün kızarmasını bekledikten sonra çıkarıp, rendelenmiş kaşar peynirini serpeleyip, üstüne de biraz kırmızı biber attıktan sonra tekrar fırına verdim. Ortaya çıkan gerçekten bambaşka bir şeydi. Şans eseri oluşan bu ‘kabaklı turta’ tarifini, ‘benim kabaklı turtam’ diyerek eşe dosta içim çok rahat olarak dağıttım senelerce mesela. O artık benim tarifim olmuştu çünkü! Yine de her zaman orijinal halinin küçük kalıplarda yapılıp ara sıcak olarak istenilen malzemeyle hazırlanabildiğini ve tarifin de eski komşuma ait olduğunu söylemeden edemedim.

Eminim Sevgili Annem bu verdiğim örnekte ‘aman iyi örnek olayım çocuklarıma’ diye düşünerek planlı hareket etmemişti ya da ‘plagiarism’ karşıtı olduğu için böyle davranmıyordu. O sadece tüm içtenliğiyle her zaman yaptığı gibi 'yiğidin hakkını yiğide' veriyordu ve farkında olmadan bizlere de öyle öğretti. Annemi bize her zaman iyi örnek olduğu ve hep güzel şeyler öğrettiği için, adı geçen tüm tarif sahiplerini de güzel lezzetlerini paylaşarak hayatımıza tad ve renk kattıkları için sevgiyle selamlıyorum…

İşte size sahiplerinin adlarıyla ölümsüzleşmiş çocukluğumun, gençliğimin ve şimdilerin tarifleri...

Ve yıllar içinde öğrendiğim, keyifle deneyip ikram ettiğim diğerleri...

Herkese Afiyet Olsun...

Annemin Yarısı Tuzlu, Yarısı Tatlı Hamuru

Yarısı tuzlu, yarısı tatlı hamur

Malzemeler:
1 yumurtanın sarısı üstüne beyazı içine
Yarım çay bardağı zeytinyağı
1 çay bardağı yoğurt
1 çay kasığı karbonat ya da kabartma tozu
Aldığı kadar kepekli un ya da normal un
Dereotu, peynir karışımı .
Üzerine çörek otu
Ya da
Pekmez, ceviz, tarçın karışımı
Üzerine pudra şekeri ya da susam

Yapılışı:
Hamur yapılıp ikiye ayrılır. Hamurlar merdane ya da el ile bir miktar açılır.
Bir tanesinin içine dereotu ve peynir konarak rulo yapılır. Üzerine yumurta sarısı sürülerek çörek otu ile süslenir. İçine arzu edilirse, kavrulmuş kıyma veya pastırma gibi çeşniler de konabilir.
Diğer hamurun içine ceviz, tarçın, tahin, pekmez karışımı konur ve rulo yapılır. Arzuya göre yumurta sürülüp susam ile süslenir. Ya da yumurta sürülmez, fırından çıkıp soğuyunca pudra şekeri serpilir.
Not: Bu tarif 1 su bardağı yoğurt, 1 cay bardağından biraz az sıvıyağ, yarım paket margarin, 3,5 bardak un, 1 fiske tuz, 1 fiske şeker, kabartma tozu, 1 yumurta beyazı alternatifi ile de hamur tutularak yapılabilir.

Çocukluğumun Tadlarından Armağan Abla'nın Muhallebisi

Lise hatta ortaokul yıılarımda eve misafir geleceğinde özellikle ikram konusunda anneme yardım etmeye bayılırdım. Sadece anneme değil, herkese yardım ederdim, oturduğumuz yazlık evin bulunduğu sitede girmediğim mutfak kalmamıştır diyebilirim mesala! Bu sayede hem değişik pişirme ve ikram usülleri, hem de değişik tariflerle karşılaştım. Örneğin ablamın öğetmen arkadaşı Armağan ablanın aşağıda verdiğim tarifini cam bir kaba koyup keserek servis yapmak yerine, ben kuplara ya da annemin çok amaçlı kadehlerine koyarak servis yapardım. Çok amaçlı diyorum, çünkü evimizde şarap vb. içkiler hemen hemen hiç tüketilmediği için; boy boy, şekil şekil kadehler genelde şerbet ,limonata gibi ikramlar için kullanılırdı. İşte bu muhallebiyi de, yarısına kakao koyarak iki renk pişirir, bazen en altına ya da en üstüne, renk versin diye, bizim çocukluğumuzda evlerde özellikle yazın çok bulunan jölelerden hazırlayıp koyardım. En güzel görünüm jöleyi en alta koyunca olurdu ama acelem varsa, muhallebiyi koyunca ağır gelip alta geçmesin diye jölenin iyice donmasını çok beklememek için en üste koyardım. Jöle olmadığı zaman da en alt kata bisküvi koyarak üç renkli hale getirirdim. O zamanlar süslemek için şimdiki gibi çok alternatif yoktu, ya kadehin kenarına hilal şeklinde kestiğim limonları koyarak, ya da çikolataları parçalayıp üstüne serperek süslemeler yapardım. Ortaya birşeyler çıkarabildiğim için çok sevinirdim. Hele ki beğeniyle karşılanınca ne kadar mutlu olurdum anlatamam. Yemek yapmak, birşeyler pişirip ortaya çıkarmak, içine yorum katmak, süslemek, sunmak her yönden insanı çok tatmin edici aslında. Hem kendi yaratıcılığınınzın keyfine varıyorsunuz, hem de insanların damak ve göz zevkine hitap edebiliyorsunuz.
Bir de kalbine!
En güzeli de bu...
Deneyin :)

Serap Ablamın Öğretmen Arkadaşı Armağan Abla'nın Muhallebisi


Malzemeler:
1 kg süt
2 çay bardağı un
1 su bardağı şeker
1,5 paket vanilya
1/4 paket margarin (daha az konabilir, fındık kadar mesela)

Yapılışı:
Tüm malzemeler karıştırılıp, muhallebi şeklinde pişirilir. İnmesine yakın yağ ilave edilir. 10 dakika mikserlenir. Cam bir kaba konularak soğuması beklenir. Kesilerek servis yapılır. Arzuya göre yarısına kakao konarak iki renkli de sunulabilir.

Afiyet Olsun...



Yemek yapmayı mı seviyorsunuz, yoksa yemeyi mi?

Tüm hakları Selda Ayşe Güleç'e aittir.. Basit teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.